
19 Oca Cihat Akbel
Tanışma
Kendini nasıl tanımlarsın?
Ben hayatı bir kavga olarak algılamaya çalışıyorum. Bu, klasik anlamda bir kavga değil. Karmaşık ve çok şey vaat eden bir dövüşme hali. Tabii bu kavganın sonunda da mutlu olmak gerekmiyor. İç huzur çok önemli, ama huzurlu olma idealini doğru bulmuyorum.
Biraz iddialı olacak ama, olan bitenden rahatsız olmayı, memnuniyetsiz hissetmeyi kıymetli buluyorum. İnsanın hayata karşı biraz progresif olması gerekiyor; bu, tüm ilişkiler için geçerli. Ben huzursuz hissetmeyi bir nimet olarak görüyorum.
Kitlesel olarak tanınırlığın Twitter ile başladı. Fakat sporla alakan hobiden öteye geçtiği dönemde ise daha çok görünür oldun. Spor medyasında bu kadar içli dışlı değilken nasıl bir mesleki geçmişin vardı? Şu an ne yapıyorsun?
Üniversiteye gittim, iktisat üzerineydi ama hiç ilgim olmadı. Hatta seçmeli derslerde hep politika ve tarih almak isterdim. Zaten matematikle de aram çok iyi değildi. Üniversiteyi bitirdim. İstanbul’a döndük ve reklamcılıkla haşır neşir oldum. Bundan 8-10 sene önce bir staj yaptım, sonra bir ajansa girdim, oradan kovuldum. Çok zoruma gitmişti. On dokuz yaşından beri spor yazılarım yayınlanıyordu. Sonra programlara çıkmaya başladım.
‘Şu an ne yapıyorsun?’ diye sorarsan, buna çok net cevap veremiyorum. Annem ve babam sorunca da veremiyorum. Her şeyi yapar haldeyiz, herhangi bir tanım bulamıyorum. Her şeyi %1 yapan adam rolündeyim.
Bir spor mecrası yönetiyorum; geniş bir mecra bu, ama kendimi hiç spor medyasında olan biri olarak görmedim. Bunu aşağıda gördüğüm için söylemiyorum. Tam tersine, medyada olan insanların çoğu bunu aşama aşama yaşadı. Benim reklamla başlamam gibi, stajla başlıyorsun, gazetecilik de böyle meşakkatli bir şey. İnsanların çoğu bu aşamaları da geçti, ben biraz daha farklı biçimde içinde oldum.
Gençliğimden beri, sporun insanla kurduğu ilişkiyi, özellikle futbolun, önemli buluyorum. Futbol ilgi alanım; o yüzden futbol diyorum, spor için de geçerli tabii. Ben 2010 yılında ‘Faroe Adalarında futbol ile ilgili ne oluyor?’ gibi şeyler yazıyordum. Her zaman bunlar çok ilgimi çekti. Ama tabii popüler futbolun da hepsine hakimdim.
Futbolun imkansızlıkla, zor durumla kavgasını hep çok sevdim. Amatör futboldan da biliyorum, ki bununla çok ciddi bir geçmişim var, hala da bununla ilgili işler yapıyorum. Bir futbol topunun sıradan bir insanın hayatında ettiği yer ve ilişkisi her zaman en önemsediğim konu oldu.
İnternetteki tanınırlığım daha çok komik olmakla alakalıydı. Fakat yine de futbol üzerine yazıyordum. Futbol hep vardı hayatımda. Hiç ayrılmadık.
Amatör’e ilgin nasıl başladı? Sanırım bir dönem hocalık da yaptın, nasıl değerlendirirsin o günleri?
Muhteşem günlerdi. Zaman zaman hala içinde kalmaya çalışıyorum; zaten amatör futbol ile ilgili programlar yapıyoruz.
Biz, üniversite kazanıp kuzenim ve kardeşimle beraber Bursa’ya gittik. Üçümüz de aynı dönemde üniversiteyi kazanmıştık. Hepimiz zaten futbol oynuyorduk, fakat ben o dönemde bir halı saha maçında ayak bileğimdeki bağı koparmıştım. Bursa’da, haliyle onlar amatör ligde futbol oynamak istiyorlardı; seçmelere girdiler ve seçildiler. Ben oynayamıyordum, dışarıda kalıyordum ve kendimi eksik hissediyordum. Sonra bir arkadaşımız, benim için fakültenin hocasıyla konuşmuş ve antrenörlük için aracı olmuş. Böylelikle fakülte takımıyla antrenörlüğe başladım ve sonra resmi olarak İktisat Fakültesi’nin takımını çalıştırmaya başladım. Kadir Hoca vardı, sağ olsun o açtı yolumuzu. Şuan IIBF dekanı… İkinci sene baş antrenör oldum ve o sene şampiyon olduk. Ki, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nun olduğu bir turnuvayı kazanmak çok zordu. O dönemde zaten amatör ligde de yardımcı antrenörlük yapıyordum.
Sonrasında TFF’ye lisans için başvurduk. 2016’da da İngiltere’ye gittim lisans almak için ve sonra maalesef ara vermek zorunda kaldım. Pandemiden önce de Göztepe’de futbol okulunda 8 ay çocuklarla çalıştım ve muhtemelen pandemi olmasaydı devam edecektim.
Sahanın kenarında olmak hiç tahmin edemeyeceğin bir duygu. Öldüğüm zaman, ne zaman olacak bilmiyorum ama bir antrenörün öldüğünü duymak isterim.
Mantra’yı daha çok kültürel olaylar ve politik içerikleriyle görüyoruz. Seni de az çok tanıyan biri sporun bu yönlerine duyduğun merakı bilir. Böyle bir şeyin başında olmak hayalinde olan bir şey miydi? Mantra’nın hedefleri nedir?
Mantra, aslında kafamda olan eski bir projeydi. Sonra Temuçin Ünalp’ın böyle bir düşüncesi varmış; bizi bir şekilde bir araya getirdiler, onlar fikirlerini beyan etti ve orta bir yol bulduk. Sonra Mantra ortaya çıktı. Burada şu da çok ciddi: Bu işe yatırım yapan insanların bizi özgür bırakmış olmaları. Çünkü bu ticari bir işletme, ciddi paralar harcanıyor ve biz özgür bir şekilde çalışıyoruz. Bu fikirlerin ve zihin dünyasının bir araya gelmesi Mantra’yı ortaya çıkardı. Çünkü ben detaycı biriyim, net bir şekilde; iyi bir uyum gerektiriyor. Temuçin bize bu ortamı sağladı. Başından beri yayınla ilgili problem yaşadığımızı ya da onun bir şeye müdahale ettiğini hatırlamıyorum. Burası kurulurken uzun yıllardır tanıdığım hem çok yetenekli, hem de ruhsal olarak bize uyacak insanları bir araya getirdik. Başından beri Mantra hepimizin ortak amacı oldu.
Mantra, spor kültür alanında Türkiye’de önemli bir yer tutmak istiyor. Asıl amacımız ticari değil. Buraya para yatıran insanlar için de değil. Eksik ve boşluk olan bir alanı doldurmak istiyoruz. Türkiye’de zaman zaman bu işi amatör olarak yapan çok kıymetli insanlar var. Ama bu işi profesyonel bir seviyeye taşıma söz konusu olduğunda çoğu kurum eksik kaldı. Ya ana akımlaştılar ya da şekil değiştirdiler. Bunları anlayabiliyorum; bunlar maddi kaygılarla alakalı şeyler. Mantıksız da görmüyorum hiçbir zaman. Fakat biz, umarım, bu işte ısrarcı kalırız ve ağırlıklı olarak sporun insanla kurduğu ilişkiyle ilgileniriz. Türkiye’de spor kültür alanında, dünyada çok örneği olan bir mecrayı memlekete kazandırmak istiyoruz. Amacımız bu. Ana fikir bu. Ama tabii, daha çok belgesel, daha fazla hayata dokunan organizasyon yapmak istiyoruz. Moda tarafında da bir şeyler yapmak istiyoruz. Birçok projemiz var ve bunlar zamanla faaliyete geçecektir.
Dönüm noktan olan bir kitap var mı? Hangi kitap?
Dönüm noktası demesek de bana çok şey kazandıran bazı kitaplar var. Birincisi, John Fante’nin ‘Toza Sor’ kitabı. Bu kitap, duygusal tarafımla ilgili çok şey söyledi. Kitapta çok şiddetli bir aşk hikayesi var. Ama bu bildiğimiz aşk hikayelerinden değil. Daha çok insanın pis ve çaresiz taraflarıyla alakalı bir bağ kurma/kuramama hikayesi.
İkincisi, İsmet Özel’in ‘Waldo Sen Neden Burada Değilsin?’ kitabı. Politik düşünme biçimime çok katkıda bulunan bir kitaptır.
İki Hafta önce ekranlara veda eden Aynen Öyle’nin başarısını neye bağlıyorsun? Arkanızda bıraktığınız eşsiz 106 bölümden dolayı mutlu musun?
Tabii ki çok mutluyum. Bu programın bir külliyat olarak algılanması için zaten bırakmamız gerekiyordu.
Program çok sevildi. Bunun sebepleri diğer sevilen program örnekleriyle çok uyuşmuyor. Erman abiyle zıt karakterleriz; hayat görüşü, düşünce biçimi… Yani aslında yan yana gelebilecek karakterler değiliz. Sadece tahammül seviyemiz ve hayatı kavrama biçimimiz birbirine yakın; bu da zaten birbirimize toleranslı olmamızı sağladı, geri kalan her şey çok ters. Fakat bu zıtlık çok uç bir zıtlık değil; aynı dili konuşan, az çok mahalle tozu yutmuş, sokağı bilen, televizyonu bilen, müziği bilen, hafif sinema bilen ve futbol bilen iki ortalama insanız. Erman abi’nin karakteri, benim karakterimi çok besledi. Aynı şekilde benim karakterim de onu besledi.
Ama bence bunlar yan konular. Asıl sevilme sebebimiz, sıcak yaklaşıyor olmamız; çünkü biz kamera kapalıyken de öyle konuşuyoruz. Bu sıcaklığın insanlara geçtiğini düşünüyorum.
Hızlı Sorular
Roy Keane mi? Eric Cantona mı?
Zor soru. Cantona.
Endülüs’te bir ceset mi? Udinese ışık saçıyor mu?
Endülüs’te Bir Ceset.
Ingmar Bergman mı? Wes Anderson mu?
Wes Anderson.
Şiir mi? Roman mı?
Şiir.
Arsène Wenger mi? Alex Ferguson mı?
Ferguson.